Duygu:
1. Duyularla algılama, his:
"Bitkilerde duygu var mı?"- .
2. Belirli nesne, olay veya bireylerin insanın iç dünyasında uyandırdığı izlenim:
"Bu laflarda gerçek payı ne kadar çoksa duygu payı da ondan az değildir."- B. Felek.
3. Önsezi:
"Yolunuzu değiştirmeniz lazım geldiğini de sezecek kadar bir duygum vardır."- A. Gündüz.
4. Nesneleri veya olayları ahlaki ve estetik yönden değerlendirme yeteneği.
5. Kendine özgü bir ruhsal hareket ve hareketlilik:
"Bütün bu hatıraların yerini bir tek duygu, fena bir duygu, fenayım, fena oluyorum, çok fenayım duygusu kapladı."- P. Safa.
Demiş TDK. Çok düz ve direk ifadeler tabi. Duygusu yok zaten TDK'nın, kurumların ve bilimum nesnelerin, kitapların, masaların, saatlerin, zamanın, ölümün. Hiç bir şey hissetmezler ki onlar. Çünkü ne salgı bezlerine, ne sinirlere sahipler, ne de bir ruha. Yok bugün bu jurnalde sıradan duygu tanımına uyan türdeki duygulardan bahsetmeyeceğim. Yukarıdaki tanımların hepsinin toplamından ve tüm güzel kavramların içinde yeşerdiği nadide bir çiçekten bahsedeceğim, duygudan, Duygu'mdan söz edeceğim. TDK bile gelse bu duygunun içini boşaltamaz. Ama işte ayrılık bu ne yandan vurduğu belli olmuyor.
Evet çok seviyordum, evet aşıktım, evet beni o derece etkileyen biri daha önce karşıma çıkmamıştı. Ama hayır, düzeyli, platonik bir aşktı benimki. Ne ben onu görmüştüm, ne o benimle konuşmuştu daha önce. Güzeldi güzel olmasına ama güzelliği değildi ki beni etkileyen. İçindeki sönmeyen devrimci ruhu, kocaman, korkusuz yüreği ve bilgi dolu kafasının içiydi esas ilgimi çekmesinin nedeni. Hoş ben çok geç tanışmıştım Duygu'yla bir 87'li insan evladı olarak. Ama şanslıydım, hiç tanımayanlar olduğu için. Bazıları aynı dönemde yaşasalar da tanımamışlardı. Üzülüyordum onlar için. Bazıları tanımak istemiyordu, acıyordum. Erkekseler eşlerine acıyordum, kadınlarınsa ta kendilerine acıyordum. Ama şimdi, bu kara günde kendime acıyorum. Duygu'suz kaldığım için. Bir türlü tanışma fırsatı elime geçmediği için, tanışmak için çabalamadığım için.
Çoğumuz, ki buna ben de dahil, onu "
Kadının adı yok romanıyla tanıdık. 1987'de yazılmış bu roman çok başarılı oldu. Yasaklanmasından da belli zaten bu başarısı. Çünkü Duygu'cum bir tabuyu yıkmıştı orada. Bir kadın bir Türk romanında ilk kez babasına karşı çıkıyordu. Baba erkti, erke karşı çıkmak aslında topluma karşı çıkmak değil miydi? Gene ilk kez bir kadın erkeklerin dünyasından sıyrılp çıkmayı başarıyordu romanda. Ayrıntı vermeyeyim, gidin tez elden okuyun. 50 küsuruncu baskısı yolda bildiğim kadarıyla. 14 ayrı dile çevrildi, Atıf Yılmaz filmini çekti, ve evet yasaklanmakta haklıydı o kitap.
Sonra işte bilirsiniz, işyerinde ahlak ile ilgili madde uyarınca tazminatsız atıldı gazeteden, sonra Kadınca dergisinde yazdı, Vatan'a geçti, sözünü sakınmadı kimseden orada da. Nerede bir kadın kötü muamele görüyorsa oradaydı. Yeri geldi bir Güzin Abla oldu, yeri geldi, Panter Emel. Kadınlar eğer birazcık bile haklarını öğrendilerse bunda Duygu Asena'nın büyük katkısı vardır. Türk kadınına kadınlığını, cinsel hakkını öğretmeye çalıştı. Kadınların da sevişebileceği, orgazm bile olabileceğini, dayak yemeye razı gelmemelerini, erkeklerle eşit olduklarını öğretmeye çalıştı. Çalıştı işte, mücadele etti hep mücadele etti.
İşte 2004'teki o hain tümör Duygu'mu vurana kadar. Sonra bir ameliyat geçirdi. Ve Duygu artık eski Duygu değildi. Yazmayı bile bıraktı. Onu atlattı atlatıyor derken... atlatamadı.
Çok erken geldi ölüm Duygu'm için, Duygu'muz için. "Her ölüm erken ölümdür" demiş şair. Evet ama Duygu'nun daha konuşacak konuları, yapacak röportajları, yazacak kitapları vardı. Ne bileyim işte iyiler hep erken ölüyor galiba.
Güle güle büyük yürekli küçük kız, güle güle ey kadınımın sesi, güle güle devrimci yoldaşım, güle güle... Umarım izliyorsundur yukarıdan, umarım hiç bir kadına zulm edilmemesi için melekleri gözcü yapmışsındır. Bit enselerinde tamam mı...
Seni seven dostun, dostların adına...
Quisatzh...
Edit: 20 Haziran'da saat 15:00'te Kadıköy, İskele Meydanı'nda olacağım
Küresel BAK ile birlikte, sizi de bekliyorum. Bunu okuyan gelsin.